Gıda, insanlar tarafından yenilen veya içilen, kısmen işlenmiş veya işlenmemiş her türlü maddeyi ifade eder. Bilinçli bir tüketici olmadığımız takdirde, kapitalizmin esiri olmuş kartellerin para kazanma hırsıyla bizlere her türlü hormonlu gıdayı yedirdiğine tanık oluruz. Meyve ve sebzelere baktığımızda, genetiği değiştirilmiş, hormonlu yiyeceklerin ve bilinçsizce kullanılan tarım ilaçlarının sağlığımızı olumsuz etkilediğini görüyoruz. Bugün kanser ve organ yetmezliğinin sık yaşanmasında bu faktörlerin rolü büyüktür. Sebze ve meyveyi doğal ve mevsiminde tüketmeliyiz. Kış ortasında çıkan bir domatese "domates" diyemeyiz; görünüş olarak domates, salatalık, patlıcan veya biberi andırsa da özünde sağlığımıza tehdit oluşturan bir sebze olarak görmeliyiz.
Son günlerde basında yansıyan haberlere göre, yediğimiz birçok gıda ürününün içeriği ile gerçek nitelikleri arasında farklar olduğunu görüyoruz. Yediğimiz ekmek aslında ekmek değil, yoğurt yoğurt değil, yumurta ise gerçek yumurta değil. Peynir, piliç, sucuk, kıyma, köfte gibi hazır yiyeceklerin çoğunda sağlığımızı bozacak birçok zararlı madde bulunuyor.
Tarım Bakanlığı'nın artan şikayetler üzerine yaptığı incelemelerde elde edilen sonuçlar şaşırtıcı değil. Taklit ve tağşiş yapıldığı tespit edilen ürünlerden örnek verecek olursak, farklı yağlarla karıştırılmış ürünlerin zeytinyağı olarak satılması, peynirin margarinle desteklenmesi gibi durumlar yer alıyor. Tekstil boyasının gıdalarda kullanılması veya gıdaya ilaç etken maddesi katılması gibi sonuçlar, durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor.
Tüketicilerin tükettiği gıdalarda yeterli kontrollerin yapılmaması ne yazık ki sağlığımızı tehdit ediyor. Hani toplumun yüzde 99'u Müslümandı; Müslüman bir insan, Müslüman olan kardeşini kandırmazdı. Allah'tan korkar, kul hakkına riayet ederdik. İyi insanlar olarak görünüyorduk. Ne oldu bize? Gerçekten, ne oldu?
Bir ülkede Müslümana, siyasetçiye, piyasalara, adalet ve hukuka güven yoksa ne insanlıktan ne de Müslümanlıktan bahsedebiliriz. Yer altı ve yer üstü zenginliklerimize rağmen, ülkeyi kötü yöneten yöneticilerin rolünü ne zaman kabul edeceğiz? Bizi yüksek enflasyon altında ezip, enflasyonu gizleyerek adeta aklımızla alay eden, gün geçtikçe fakirleştiren ve vergileri sürekli artıran siyasetçilerin bu durumda hiç mi payı yok?
Güven ortamını bozucu faktörler, toplumsal çürüme ile yozlaşan bir topluma doğru hızla gidişin sinyallerini veriyor. Ahlak ve vicdan sahibi insanların kul hakkına daha dikkat etmeleri bir insanlık görevi değil midir? Ahlak ve etik kurallarına hassasiyet göstermeyen toplumlar, istikrarsızlık ve güvensizlik ortamında sosyal çürümeye zemin hazırlamaktadır. Toplumun gelenek ve göreneklerinin dinden beslendiğini biliyoruz; ancak dindar insanların adalet, hak ve hukuk normlarını aşındırmalarından dolayı toplumda güvenilirliklerini kaybettiklerini görüyoruz. Bugün "Ben Müslümanım" diyen sahte Müslümanların pratikte İslam’la bağdaşmayan davranışlar içinde olduklarına tanık oluyoruz.
Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle buyurur: "Umut verip, güven aşılayıp da yarı yolda bıraktığın insanın gönül sadakasını iki dünyada da veremezsin." Müslümanlık maskesi altında kendi çıkarlarının peşinde koşan şarlatanlar tanıyoruz. Yönetenlerin hak, adalet, hukuk ve demokrasiden uzaklaşmaları, aynı zamanda halktan da uzaklaşmalarına yol açmıştır. Siyaset, halka refah ve umut sunmanın çok uzağında, kendi çıkarlarının peşinde koşmaktadır.
Ticari ahlakı kazançtan önde gören Alman sanayici Robert Bosch'un şu sözü anlamlıdır: "İnsanların güvenini kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim." Bugün sözlerine ve sözleşmelere sadık kalan insanların sayısının gün geçtikçe azaldığını görmekteyiz.
Vahşi kapitalizmin çarkları toplumu yozlaştırmıştır. Bugün yüksek enflasyon ve istikrarsızlık nedeniyle toplum, büyük bir güven bunalımı yaşamaktadır. Bu kadar olumsuzluğun yaşandığı toplumlar elbette bunalımlı bir sürece doğru ilerleyecektir.
Yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık, torpille işe girme, mafya yapılanmaları, ihaleye fesat karıştırma gibi olgular sıradanlaşmış hale gelmiştir. Sigara, alkol, kumar ve uyuşturucu kullanım eğiliminde artış; şiddete eğilim; bilgisayar ve internet oyunlarına bağımlılık artışı; bireyselleşme, iletişim kopukluğu, sosyal bağlılık ve dayanışma ruhunun kaybı gibi durumlar toplumda yaygınlaşmaktadır. Dine karşı algı zedelenmekte, toplumsal değerlerden uzaklaşılmakta ve değer yargıları aşınmaktadır.
Bu sözleri, Cemal Süreya'nın şu dizeleriyle bitirelim: "Sen benim; bir daha kimseye güvenemeyecek olmamın sebebisin. Sen bana daha ne yapabilirsin ki?"